Talha Tolunalp'in Hikayesi
Bu sevimli çocuğun hikayesi 1991 yılında Ankara'da başladı. O zamanlar pek az kimsede olan ismi ve sonradan da kendi sülalesi dışında kimsede rastlamadığı soyisminden dolayı hayata değişik bir kimlikle başlamış oldu. Defalarca kodlansa bile yine de yanlış yazılacak ve söylenecek bir isim ve soyisme sahip olması onu zorlasa da zamanla kimliğini benimsedi hatta kimliği onun özgüvenini geliştiren faktörlerden biri bile olmuş olabilir! Bu çocuğun kendine duyduğu güvenin bu denli yüksek olmasındaki en büyük faktör ise elbette ailesidir.
(Demek ki ailesi ona hep saygı duymuş ve tercih yapma imkanı tanımış, iyi de yapmış! O halde kendilerini buradan da tebrik etmiş olalım!)
Bu özgüvenle ilkokul ve ortaokulu tamamladıktan sonra iyi bir lise kazanamazsa mahalledeki düz liseye gitmeyeceğini iddia etti fakat hayat ona özgüvenin tek başına yeterli olmadığını öğretti ve yeteri kadar çalışmadığı için iyi bir lise kazanamadı. Mahalledeki o hiç istemediği okula gitmek zorunda kaldı ve bu onu çok üzdü çünkü o okulun ona hiçbir şey katabileceğine inanmıyordu dolayısıyla bundan sonra da başarılı olmasının mümkün olamayacağını düşünüyordu. Lakin hayat bu sefer de ona hiçbir şeyin tesadüf olmadığını öğretecekti ve karşısına harika bir resim öğretmeni çıkardı. Halbuki sayısal öğrencisiydi ve resimle, müzikle bir alakasının olmaması gerekiyordu çünkü zeki bir öğrenciydi ve hocaları "zekiler sayısalcı olur" dediği için bu alanı seçmişti fakat amcasının Almanya'dan getirdiği bir fotoğraf makinesi ile fotoğrafa olan ilgisini fark etti ve kendisini bu ilgiden alıkoyamadı. Bu vesileyle tanıştığı resim hocası ondaki yeteneği keşfetti. Ona yeni kapılar açan bu tanışma sonrası Resim ve Fotoğrafçılık Kulübü başkanı olduğu gibi okulun da fotoğrafçısı oldu. Bu sayede hem harçlığını kazandı hem de lise sınavında kaybettiği özgüvenini!
(Demek ki öğretmeni bu gencin hayatındaki dönüm noktalarından biri olmuş ve ona kendisini bambaşka yerlere taşıyacak bir farkındalık hediye etmiş! O zaman onu da buradan tebrik edip kendisine sevgi ve hürmetlerimizi arz etmiş olalım!)
Böylece keyifle ve çeşitli başarılarla geçen lise yıllarından sonra Ankara'nın gri binalarının arasında renkli bir kişi olmanın zor olacağını düşünüp üniversite okumak için İstanbul'a gitmeye karar verdi. Lise süresince sözel ve sosyal yönünün daha güçlü olduğunu fark ettiği için son yıl sözel derslere de çalıştı ve üniversite sınavlarında güzel bir başarı elde etti ancak üniversiteyi kazanmak için sınavlardan sonra farklı bir yönteme de başvurdu ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nin Çok İstiyorum Bursu‘nu kazanıp Psikoloji Bölümü’ne tam burslu olarak yerleşti. Böylece çocukluktan itibaren gelişen özgüveni ona bir üniversite kazandırmış oldu. Kendisini sadece puanıyla değil, karakteriyle ve nitelikleriyle de değerlendirip kabul eden bir üniversiteye yerleşmiş olmaktan duyduğu gurur, mutluluk ve motivasyonla Şehir Fotoğraf Kulübü'nü kurdu.
(Demek ki öğrencileri sadece puana bakmadan seçmek de mümkünmüş! Bu örnek girişimle Türkiye'ye bunu öğrettikleri için kendilerine teşekkür ve takdirlerimizi sunalım ancak böyle özgün ve orijinal bir uygulamayı tüm uğraş ve çabalarımıza rağmen çeşitli mazeretler sunarak sürdüremedikleri için de teessüflerimizi buradan da belirtmiş olalım! Çok İstiyorum Bursu'nun bir gün tekrar başlaması konusundaki temennilerimizle bu parantezi de kapatalım...)
Üniversite yılları içerisinde Şehir Fotoğraf Kulübü'nün yanı sıra arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Şehir Psikoloji Kulübü, Sosyoloji Dükkânı ve Seyyar Masalcılar ile birlikte keyifli projeler üretti ve birçok organizasyon düzenledi. Bu sosyalliği ve aktifliği üniversitenin de ilgisini çekti ve 2 yıl kadar üniversitenin kurumsal fotoğrafçısı olarak çalıştı. Daha sonra üniversitenin öğrenci etkinlikleri ofisi asistanlığı görevinin yanı sıra öğrenci mentorluğu yaptı. Bu çalışmalara ek olarak İstanbul Şehir Üniversitesi'nde, İstanbul Tasarım Merkezi'nde ve İstanbul Fikir Araştırmaları Merkezi'nde fotoğraf ve tasarım eğitmenliği yaptı. Bu organizasyonlar ve çalışmalar sayesinde hem iletişim becerilerini geliştirmiş hem de çok değerli insanlarla tanışma fırsatı elde etmiş oldu. Bu faaliyetlerden arta kalan boş zamanlarını da üniversite okuyarak değerlendirdi.
Üniversitenin son yılında bir oyun terapisti ile karşılaştı ve bu da bir tesadüf değildi, hayat yine karşısına yeni bir fırsat çıkarmıştı, o da bu fırsatı geri çeviremezdi ve gidip o terapistle tanıştı. Onun peşini bırakmamaya kararlıydı ve o da bu hevesli genci yüz üstü bırakmadı. Böylece hocasının yanında 6 ay kadar staj yaptıktan sonra oyun terapisine dair fikirleri netleşmiş oldu ve hevesi niyete dönüştü. Hızla oyun terapisi ile ilgili eğitimler almaya başladı. Böylece artık çocuklarla daha verimli oyunlar oynayabilecek hatta onları oyunlarla iyileştirebilecekti.
En başta kendisini stajyer olarak alan hocası ile artık birlikte çalışıyor olmanın mutluluğuyla kendini geliştirmeye devam ediyor ve farklı projelerin içinde yer alıyor. "Peki stajdan çalışmaya kadar geçen bu 2 yılda neler oldu?" derseniz; o arada da önce üniversiteden mezun oldu, birçok farklı kuruma iş başvurusunda bulundu ancak hiçbirinden olumlu/olumsuz hiçbir dönüş alamayınca kendi kariyerini kendi planlama kararı alarak riskli bir yola girdi ve özel danışmanlık merkezlerinde psikolog olarak çalışmaya, ailelerle görüşmeye başladı. Çevresinde ona güvenen insanların destekleriyle daha fazla aileye ulaşmaya ve böylece deneyim kazanarak gelişmeye başladı.
(Demek ki insana çevresindeki yakınları da ciddi bir katkı sağlayabiliyormuş ve aslında herkes birbirine destek olduğunda herkes mutlu olabiliyormuş! Son olarak, bu süreçte bana destek olan güzel insanlara da ne kadar minnettar ve müteşekkir olduğumu belirtmeliyim!)
Şimdilerde bir elin parmaklarına sığmayacak kadar çok iş yapan ve İstanbul'un her yerinde çeşitli çalışmalar yürüten "sosyal bir psikolog" olarak hayatına devam ediyor. 2019-2020 eğitim-öğretim yılında da yine yoğunluktan arta kalan boş zamanlarını üniversite okuyarak değerlendirecek ve yüksek lisans tezini yazmaya çalışacak.